Özgün Ökmen köşe yazısı

Sevgili okurlarım, Bildiğiniz gibi, 24 Ocak 1980 kararları ile Türk ekonomisi serbest piyasa ekonomisi denilen yeni bir iktisat modeline geçti. Bu modele göre de ekonomide yaşanan krizin en önemli sorumlusu maalesef devlet olarak gösteriliyordu.. Bu görüşe göre ekonomik krizden kurtulmak için devletin ekonomiye olan müdahalesinin en aza indirilmesi ve bütün ekonomik birimlerin piyasa koşullarında faaliyette bulunması gerekiyordu. Bu nedenle de kamu varlıklarının, KİT’lerin özelleştirilmesine başlanıldı. Böylece; mülkiyet halka yayılacak, zarar eden kuruluşlar kâr etmeye başlayacak, halk ekonomiye doğrudan katılacak, ekonomiye canlılık gelecek, sanayileşme hızlanacak, KİT’ler artık devlete yük olmaktan çıkacak, devletin vergi gelirleri artacak, yolsuzluk azalacak, verim artacak, istihdam artacak. Ancak; hiç de öyle olmuyor. Hatta özelleştirilmeler sonucu bu sayılan gerekçelerin tam tersi oldu. Nasıl mı?

Türkiye'de 1986 yılından buyana 184 kuruluş özelleştirildi.Bunlardan, %18’i halka arz, %16’sı varlık satışı, %4’ü devir işlemi, %42’si blok satış yöntemiyle özelleştiriliyor. Bu uygulamalar sonucu 172 kuruluşta hiç kamu payı bırakılmıyor, 12 kuruluşta ise az oranda kamu payı kalıyor. Üstelik özelleştirilen Tedaş, Telekom, Tüpraş, Erdemir, ETİ Seydişehir bu 184 kuruluşa dâhil değil. Özelleştirilen kurumların 80’inde faaliyetler tamamen duruyor, kurumlar, fabrikalar kapatılıyor. Birçok kurumda ise faaliyetler kısmi bölümlerinde, daha çok kârlılık getiren bölümlerinde devam ettiriliyor. Özelleştirilen şirketler genellikle de konu ile alakası olmayan şirketlere blok olarak satılıyor. Mülkiyet halka yayılmıyor. Halk ekonomiye doğrudan katılmıyor. Zarar eden kurumların kâr etmesi bir yana kâr eden kurumlar bile kapanıyor. Yapılan özelleştirmelere baktığımızda birçoğu maliyetlerinin çok altında, karlarının birkaç yıllığına veriliyor, hemen hemen bedelsiz haraç-mezat elden çıkartıldığı halde hiçbir yeni yatırım yapılmıyor ve sanayileşmeye hiç katkı sağlanmıyor.
Bu özelleştirmeler esnasında stratejik kurum ve işletmeler ya tamamen kapatılıyor ya da özelleştirilirken yatırım yapma / iyileştirme şartı getirilmiyor, getirilse de takip edilmiyor. Devletin elindeki şehirlerin içinde kalmış birçok fabrikanın geniş arazileri sırf emlak rantı elde etmek için özelleştiriliyor. Haraç-mezat satılan bu fabrikalar faaliyetlerini durduruyor. Arsalarına AVM ve konut yapılıyor…
Devleti güçlü kılan güçlü kurumları ve güçlü şirketleridir. Ancak, kurumlar ve şirketler güçsüzleştirilerek aslında devlet güçsüzleştiriliyor.
Alman Telekom şirketi özelleştirmeden sonra dünya devler ligine giriyor ancak anlattığım gibi Türk şirketlerinin pek çoğu, Türk Telekom Şirketi gibi özelleştikten sonra yağmalanıyor ve yok olup gidiyor.
Özelleştirmelerin amacı başlangıçta devletin küçülmesi olarak söyleniyor. Özelleştirmeler sonucunda devlet sadece üretim alanında küçülüyor, devlet üretim alanından çekiliyor ancak devlet diğer alanlarda şişiyor, obezleşiyor, devletin bürokrasisi, devletin bakanlıkları, bakanlıkların bütçeleri, devletin kurumları, kurumların bütçeleri şiştikçe şişiyor.
Normalde ülkeler, ordularıyla, sanayileriyle, ekonomileriyle, kültürleriyle, eğitimleriyle, yetişmiş insan gücüyle, halkın refahıyla muhtemel bir savaşa karşı hazırlanıyor. Bizde ise sanki devlet üretimden çekilerek, devlet bürokrasiye boğularak, halk yoksullaşarak adım adım büyük ölçekte üretim ve yönetim yeteneğini kaybediyor.

Bir büyük gerçeği takdir edersiniz ki, böylesine kısıtlı bir köşede özetlemek oldukça zor. Ancak, gerçeklerin gün gelip fark edilme gibi bir özelliği de vardır. Bu gün ülkede üretimin gücü azalmış ve dışa bağımlılık yüksek seviyelere çıkarılmışsa sonuç maalesef acıdır. Dilerim gelecek bu günleri de aratmaz. Kalın sağlıcakla.